Dünyamız bir kriz sarmalının içinde. Kıtlık, kuraklık, iç savaş ve soykırım gibi konvansiyonel tehditler dünyanın pek çok yerinde insanlığın üzerinde belirmeye devam ederken, yeni iletişim ve silahlar gibi dünyayı değiştirme potansiyeline sahip yeni olguların kontrolünü ele alma yarışı teknolojiler, yapay zeka ve kripto para birimleri de hız kazanıyor ve kolektif refahımıza yeni tehditler oluşturuyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında küresel iş birliğini artırmak, ekonomik refah yaratmak, savaşları önlemek, istikrar, eşitlik ve adaleti sağlamak amacıyla kurulan mevcut “kurallara dayalı uluslararası düzen”, bu karmaşık zorlukların üstesinden gelmeye çabalıyor ve bu zorlukların üstesinden gelmekte yetersiz kalıyor. Kuruluş ilkelerinin ihlallerini önlemek. Yalnızca bir avuç güçlü ülkeye ve çıkar grubuna fayda sağlayan, kitleler için ise felaket anlamına gelen düzensizlik durumu, küresel düzenin yeni normali olmaya çok yakın. Dolayısıyla bu senaryonun gerçekleşmemesi için sistemde kapsamlı reformlar yapılması artık bir tercih değil zorunluluk haline geldi.
Daha adil, daha istikrarlı ve adaletli bir dünya düzenine ihtiyacımız var.
Bugün bazı devletler, eylemlerinin geniş kapsamlı sonuçlarını pek umursamadan, yerleşik uluslararası sistemin tam kalbinde yer alan kuralları, normları ve değerleri çiğniyor. İsrail’in Lübnan ve Filistin’e yönelik devam eden saldırıları bu bariz ihlallerin en çarpıcı örneğidir. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın aylardır her platformda defalarca altını çizdiği gibi, bölgesel barışın ve küresel istikrarın sağlanması için İsrail’in saldırganlığının durdurulması gerekiyor. Ancak uluslararası sistem üzerinde aşırı güce sahip olan, zamanımızın “süper güçleri” olan bu birkaç ülke, İsrail’i koruyor ve onun dokunulmazlık içinde hareket etmesine izin veriyor. Bu tür eylemler sonucunda mevcut sistemimiz artık asıl amacını yerine getiremez hale geldi.
Kendi çıkarlarını düşünen süper güçlerin değil, küresel çoğunluğun şekillendirdiği ve yönlendirdiği yeni bir sisteme ihtiyacımız var. Bu süper güçlerin özellikle son çeyrek yüzyıldaki ikiyüzlü, ayrımcı ve çatışmayı körükleyen eylemleri, onları yeni düzende öncü rol oynama meşruiyetinden mahrum bıraktı. Dünya ülkelerinin ve halklarının çoğunluğunun birkaç süper gücün çıkarı için sömürüldüğü başka bir uluslararası sisteme sahip olamayız. Mevcut sistemde ayrıcalıklı bir konuma sahip olan uluslararası kuruluşların ve devletlerin bu gerçeği anlamaları ve yeni döneme yönelik stratejilerini buna göre ayarlamaları gerekmektedir.
Türkiye son yıllarda daha adil, daha barışçıl ve adil bir dünya için sürekli çalışan bir ülke oldu. Arabuluculuk konusundaki yapıcı çabaları ve barış inşasındaki başarıları, adalete, anlayışa ve işbirliğine dayalı yeni bir uluslararası ilişkiler çağının mümkün olduğunu göstermiştir. Örneğin, Türkiye’nin Rusya-Ukrayna ihtilafında ateşkes sağlanmasına yönelik arabuluculuğu ve Karadeniz tahıl anlaşmasının inşasına yönelik girişimleri, küresel bir gıda krizinin önlenmesinde hayati bir rol oynadı. Erdoğan’ın defalarca dile getirdiği gibi: “Dünya beşten büyüktür” ve “daha adil bir dünya mümkün.”
G20 daha adil bir dünya yaratılmasına yardımcı olabilir
Küresel toplum, bugün dünyamızın karşı karşıya olduğu birçok krizin üstesinden gelebilir. İmkanımız, irademiz ve kapasitemiz var. Ancak bu sonuca ulaşmak için etkili uluslararası kuruluşların acilen harekete geçerek daha adil ve eşitlikçi bir sistem kurmaya başlaması gerekiyor.
Gelişmiş ve yükselen 19 ekonomi, Avrupa Birliği ve Afrika Birliği’nden oluşan 20’ler Grubu (G20), daha istikrarlı bir küresel uluslararası finans sisteminin temellerini atma konusunda önemli bir potansiyele sahip.
Yıllık G20 zirvesi Pazartesi günü Brezilya’da daha adil bir dünya ve sürdürülebilir bir gezegen inşa etmek başlığıyla başladı. G20 zirveleri ve etkinlikleri geleneksel olarak ekonomik konulara odaklanıyor ancak “daha adil bir dünya” inşa etmeye çalışan grup, uluslararası politikanın adaletsiz ve çarpık uygulamalarına kayıtsız kalamaz. Bugün dünyamızın yaşadığı krizler ve çatışmalar G20’nin ve üyelerinin geleceğini belirleyecek. Dolayısıyla bu yılki G20 zirvesi, grup üyelerinin bu zorluklara ortak bir yanıt bulmaları ve yeni bir uluslararası düzenin inşası yolunda önemli adımlar atmaları açısından önemli bir fırsat.
Her şeyden önce, G20 ve üyelerinin her biri bu zirveyi dayanışmayı teşvik etme, adil bir çıkar mekanizması oluşturma ve dezavantajlı sosyal grup ve ülkeleri destekleme konusundaki taahhütlerini yenilemek için bir fırsat olarak değerlendirebilir.
Bu arada G20 çatısı altında bir araya gelen gelişmekte olan ekonomiler, küresel ekonomide tekel yaratmayı amaçlayan aktörlerin etkisini dengeleme ve daha adil bir ekonomik dağılımın garantilenmesine yardımcı olma gibi ek bir rol üstlenebilir. Üye ülkeler bu toplantıyı, iklim değişikliği ve yapay zeka gibi önümüzdeki yıllarda küresel ekonomiyi şekillendirme potansiyeli taşıyan konularda ortak politikalar oluşturmaya başlamak için de bir fırsat olarak kullanabilirler.
G20’nin bu ve çağımızın diğer acil meseleleri hakkında uygulamaya karar vereceği politikalar, gelecekte nasıl bir sisteme sahip olacağımızı belirlemeye yardımcı olacak; küçük ve güçlü bir grup ülkenin ayrıcalıklarını koruduğu ve dünyanın geri kalanının krizlerle veya krizlerle mücadele etmeye devam ettiği bir sistem. Kaynakların adil bir şekilde dağıtıldığı ve ortak refah/kalkınma mekanizmalarının kurulduğu bir yer.
G20 üyelerinin aynı zamanda uluslararası sistemimizdeki krizi derinleştiren “hakikat krizini” de ele alması gerekiyor. Bugün insanlığın geleceği, yarattığı teknolojilerin, özellikle de iletişim teknolojilerinin insafına kalmıştır. İnternet ve sosyal medya çağında ortaya çıkan çevrimiçi gizlilik ihlalleri, veri güvenliği sorunları, siber tehditler, hibrit savaşlar ve dijital faşizm gibi yeni sorunlar, küresel siyasette ve ekonomide yaşadığımız sorunları derinleştiriyor.
Ne yazık ki şu ana kadar insanlık, dijital teknolojilerin getirdiği zorluklara karşı etkili politikalar, stratejiler, tepkiler ve etik kodlar geliştiremedi. Toplumların ve bireylerin etkileşim olanaklarını genişleten pek çok teknolojik yenilik, kötü niyetli güçlerin elinde kitlesel manipülasyon silahlarına dönüştü. Geçtiğimiz birkaç yılda şahit olduğumuz gibi, bu araçlar dezenformasyon yaymak, savaş suçlarını, katliamları ve hatta soykırımları gizlemek için kullanılıyor. Adalet mücadelesi gibi hakikat mücadelesi de küresel işbirliği gerektiren tüm insanlığın ortak meselesi haline geldi.
Mevcut uluslararası sistemimizdeki krize son vermede öncü bir rol oynamak ve herkes için “daha adil bir dünya” inşa etmeye yardımcı olmak istiyorsa, G20’nin iletişimle ilgili sorunların ele alınmasını önceliklerinden biri haline getirmesi gerekecek, özellikle de Dezenformasyona karşı mücadeleye katılın.
Başkanımızın dediği gibi, “daha adil bir dünya mümkün” ama G20 gibi etkili uluslararası kuruluşların şimdiden bu yönde çalışmaya başlaması gerekiyor.
Bu makalede ifade edilen görüşler yazara aittir ve Al Jazeera’nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.